9 Aralık 2007 Pazar

Paris Notları (I)

Bilmem ki ne yapmalı? Uzaklara mı gitmeli, yoksa kalmalı mı? Ben kendime uzak durdukça yakınlar bile... Sisler ardında bir hayal sahnesi beliriyor zihnimde: Hem ışık hem de karanlık. Işık, göz alacak kadar parlak. Karanlık, gece gibi zifiri. Ama her ikisinde de göremiyor insan. O halde ne farkı var çoğun ya da azın? Ağlamak neye yarar? Gülmek neye yarar? Çalışmaktan başka ne gelir elden. Çalışmak ve unutmak bütün ıstırapları, boş hayalleri, sımsıkı sahip çıkmakla avunduğumuz sahte umutları...

Yirmi dördüncü yaş günümde dilediğim tek şey artık hiçbir şey istememekti hayattan. Bu dileğe ne yazık ki kendi kendimden bir şeyler istemeyi katmamış, unutmuşum. Kimseden bir şey istemedim son zamanlarda, doğru, ama kendi kendimden istediklerim daha çok üzdü beni. Daha çok yaraladı kendi kendime doğruyu söyleyemediğimi görmem.

Bütün bunları düşünmek için soğuk ve yağışlı bir Aralık öğleden sonrası yağmurdan kaçan kalabalığın arasında benim de Notre Dame Katedrali’ne girmem, en arka sıralardan birinde sessizce oturup yazı yazmam gerekiyormuş meğer. Hiç tanımadığım insanlar arasında, kendimle baş başa kalmamı uygun görmüş kaderim. Basit, tahta bir sıranın üzerinde oturuyorum. Soğuk, üşüyorum. Paltomun düğmelerini ilikledim. Atkımı daha sıkı doladım boynuma. Elimde emektar kalemim: kapağı kırık da olsa üzerinde “cello” yazıyor diye atmaya kıyamadığım. Ufak bir kâğıda eciş bücüş karalıyorum hissettiğim şeyleri.

Herhalde yaşamın anlamı buydu, diye düşünüyorum içimden. Bugün burada kendiliğinden gelişen her şey yaşamın küçük bir mizanseni gibi geliyor bana şimdi. Gelenler... Gidenler... Sessiz kalabalıkta kim bilir kaç bin çeşit yüz gelip geçiyor yanımdan… Kim bunlar? Ne istiyorlar? Neyi seviyor, neye üzülüyorlar? Ben, onlar ve biz. Hangimiz biliyor oysa “biz” gerçekte kimiz? Biz bile yetmiyor birlik olmamıza... Burada bile isteyen hemen kendine başka bir “biz” yaratabilir: Biz erkekler, biz kadınlar, biz Hıristiyanlar, biz turistler, biz sevenler,.. “Siz bize benzemezsiniz”ciler... “Biz”im gerçekte kim olduğumuz ne zaman keşfedilecek? Belki Amerika’nın keşfinden de büyük etki yaratacak bu.

Hava kararıyor artık. Işıklar ve gölgeler birbirine sımsıkı sarıldı. Uzaktan bir ezgi geliyor kulağıma, sesin kendisi değil zayıf yankıları. Dini bir müzik. Bilmem herkes mi duyuyor bunu, yoksa bir ben mi? Konuşanların sesi yükseldikçe kalabalıktan biri çıkıp uyarıyor: Hişşşşt... Aklıma Sait Faik’in hikâyesi geliyor, gülümsüyorum. Sağımda oturan Japon kalkıyor önce. Önümdeki yaşlılar ve en arka sırada öpüşen genç çift takip ediyor onu. İnsanlar, insanlar... Geldikleri gibi gidiyor, kendi tasa ve sevinçlerini götürüyorlar yüreklerinde.

Gölgeler iyiden iyiye arttı, ışığa galip geldiler sonunda. Kendi kalemimin gölgesi bile engel oluyor yazdıklarımı okumama. Hava daha soğuk şimdi. Gitme vaktinin yaklaştığını hatırlatıyor her şey. Ne yazdığımı göremeden tamamlıyorum son cümlemi:

"Dışarıda beni bekleyen nedir bilmeden yaşıyor, yazıyorum."

Halil Tekiner
Paris, 9 Aralık 2007