28 Aralık 2009 Pazartesi

Market Eczacılığının Sakıncaları: Yaşanmış Tecrübeler

Dün Başbakan'ın Türkiye'de ilacın marketlerde satılmasına yönelik çalışma yaptıklarına ilişkin açıklamasını duyduğumda kulaklarıma inanamadım... Acaba zincir eczacılık Türkiye'ye başka bir kılık altında sokulmaya mı çalışılıyordu?

Aklıma geçtiğimiz Eylül ayında Viyana'da düzenlenen 39. Eczacılık Tarihi Kongresi'nde dinlediğim bir bildiri geldi. Norveçli Eczacı Bjarne G. Thune’nin, eczanesi bir ZİNCİR ECZANE grubuna dâhil olduktan sonra yaşadığı sıkıntılar ve sonunda bu sıkıntılara dayanamayıp emekli olmasının hüzünlü hikâyesini anlattığı bu tarihi bildiride Zincir Eczacılığının bir ülkenin sağlık hizmetlerine ne denli büyük yaralar açtığı açıkça gözler önüne seriliyordu. Bu hikâyeyi zaman zaman gözlerimiz dolarak ve kendi payımıza ders alarak dinledik. Aynı yanlışa göz göre göre düşmeyelim diye Thune'nin bildiri metninin Türkçesini aşağıya kopyalıyorum:

“1 Mart 2001 tarihinde Norveç’te, eczane mülkiyet hakkını düzenleyen yeni bir yasa kabul edildi. Yasa yürürlüğe girdikten çok kısa bir süre sonra uluslararası ortaklı üç zincir eczacılık şirketi pazara hâkim oldu.

Eczacılar endişeliydi. Pek çoğumuzun aklına aynı soru geliyordu: Acaba sistemin dışında kalır mıyız? Bir taraftan ne olacağını kestiremediğimiz bu süreç bizi korkutuyor; diğer taraftan da zincir eczacılık şirketlerinin sunduğu cazip teklifler, şirket temsilcilerinin zincir eczanelerine dâhil olmamızı telkin ettikleri onlarca ziyaret ve sayısız telefon görüşmesi ve bu süreçte eczacı meslektaşlarımızın eczanelerini hızla zincir eczane gruplarına satışı aklımızı çeliyordu.

Sonunda ben de eczanemi zincir grubuna satmaya karar verdim.Bu kararımda kendimi haklı buluyordum; çünkü çalışanlarımın hiçbiri işten çıkarılmayacaktı, zincir eczane grubunun üst düzey yöneticilerinin birçoğu eczacıydı ve uygulamada tüm etik kurallara riayet edileceği anlaşılıyordu, eczacılık hizmeti satış odaklı değil, tıpkı eski güzel günlerdeki gibi devam edecekti. Üstelik bana da çok cazip ücretler teklif edilmiş ve zincire dâhil olduğumda da yine eczanemin yöneticisi olarak devam etmem istenmişti. Evet, kararımda haklı olmalıydım…

Kısa bir süre sonra OTC ürünlerinin eczane dışında satışına imkân veren yeni bir düzenleme yürürlüğe girdi ve OTC satışlarımız % 15-20 azaldı. Bu değişiklik karşısında zincir eczane bizden “daha yaratıcı(!)” olmamızı, bize ek gelir getirecek yeni yollar bulmamızı istiyordu.

Artık eczanemizde sadece ilaç, bitkisel ve kozmetik ürünler değil; güneş gözlükleri, spor kıyafet ve ayakkabıları, hatta oyun topları bile satar hale gelmiştik… Eczanemden utanır olmuştum! Geçmişte herkesin aradığını kolayca bulduğu eczanem şimdi tam bir kargaşa içinde, hastalarımın zikzaklar çizerek yürümek zorunda kaldıkları bir labirent halini almış; bebek arabalı ya da tekerlekli sandalyeli hastalar daracık, dolambaçlı yollardan geçemez hale gelmişti.

Üstelik zincir bizden daha fazlasını, çok daha fazlasını bekliyordu. Çalışma saatlerimiz 12 saate çıkarıldı ama çalışan sayımız aynı kalmalıydı. Derken yeni prosedürler: doldurmam gereken akıl almaz formlar, yazmam gereken yığınla rapor ve her ayın ilk günü bir önceki aya ait tüm verilerin saat 15.30’dan önce eksiksiz hazırlanıp zincir yönetimine fakslanması, kendi hazırladığım bütçeyi bir sonraki dönemde tutturma mecburiyetim bunlardan sadece bazıları...

Bütçeyi tutturmakta güçlük çektiğimizde önerdikleri reçete ise basitti: Daha yaratıcı olmak ve belki de birkaç çalışanı işten çıkarmak! Zaman zaman müşteri kılığında eczaneme gelip beni denetleyen müfettişler ve birkaç hafta sonra elime ulaşan değerlendirme raporları ve bu raporlarda yer alan; hasta başına daha az vakit ayırırken daha çok ve pahalı ürünler satmam gerektiği tavsiyeleri karşısında şaşırıyordum.

Yılda bir düzenlenen zincir eczaneler toplantısı adeta Oscar töreni havasında geçiyordu. Çalışan başına en yüksek satış, hasta başına en yüksek satış, en yüksek jenerik ilaç satışı kategorilerinde verilen ödüllerin başarı kriteri tek ve açıktı: Satış! Daha çok satış! İnsan sağlığı değil… Oslo’nun en lüks otelinde, meşhur sanatçıların sahne aldığı, en lezzetli yemeklerin, en kaliteli şarapların sunulduğu bu geceler ağzımda buruk bir tat bırakmıştı.

6 yıllık mücadelenin sonunda 30 yıllık meslek yaşantıma son noktayı koydum: Ayrıldım… Benden sonra ise çalışanlarımın önce ikisi, sonra da dördü işten çıkarıldı.”

* * *
İşte böyle!.. Bugün Norveç’teki toplam 646 eczanenin 591’i ZİNCİR'e bağlı, 32’si ise hastane eczanesi. Bilmem anlatabildim mi?

Bence bu dönemde biz eczacıların soğukkanlılığımızı kaybetmeden Türk Eczacıları Birliği çatısında daha sağlam örgütlenmesi, hasta ve çalışanlarımızı da yanımıza alarak bu anlamsız düşüncenin hem sağlık hizmetlerimiz hem de ulusal çıkarlarımız için ne denli zararlı olduğunu her fırsatta, ısrarla anlatması gerekiyor.

Ben ümitvarım; çünkü bu ülkeyi sevenlerin de olduğuna inanıyorum...

Uzm. Ecz. Halil Tekiner
haliltekiner@gmail.com

12 Ekim 2009 Pazartesi

Yaşar Kemal'e Fahri Doktora

Son yıllarda özellikle hışır işadamları ve iktidar yoksulu politikacılara bol keseden verilen "fahri doktor" unvanına iade-i itibar: Çukurova Üniversitesi Senatosu Yaşar Kemal'e 7 Ekim 2009 tarihinde düzenlenen törenle "fahri doktor" unvanı verdi.

"Umutsuzluktan umudu öğreneceğiz," dedi, törendeki konuşmasının bir bölümünde Yaşar Kemal. Bu sözü ben de içimden birkaç kez tekrar ettim.

Bana kalırsa bu paye Torosların Homeros'u Kemal'i değil; aksine Kemal onu yüceltti. Var olsun.