8 Mart 2010 Pazartesi

Manyak Güzel Bir Kız Gördüm

Şubat sonu mu, yoksa Mart başı mıydı, şimdi hatırlamıyorum. Ankara’ya günübirlik uğrayan bahar havasını fırsat bilip elimde siyah kumaştan bilgisayar çantam, yanında da her ihtimale karşı taşıdığım iki ince kitapla Tunalı Hilmi’nin inişli çıkışlı yollarını arşınlıyor, bir yandan da günün muhasebesini yapıyordum. Çok iyi hazırlanmış olmama rağmen yaptığım iki görüşmeden de beklediğim cevapları alamamış ve ciddi bir hayal kırıklığına uğramıştım. Sinirli değildim, doğru, ama havamda da hiç değildim. Yürürken gözlerimi kâh karşıdan gelen insan güruhundan ilginç bulduğum yüzlere kâh yan yana sıralanmış onlarca mağazanın vitrinlerine kaydırıyor, zihnimi başka şeylerle meşgul etmeye çalışıyordum ama nafile…

Birkaç yüz metre ilerlemiştim ki karşıma koyu kahverengi tabelalı, adı bilindik bir kafe çıktı. Bir an duraksayıp, “Girsem mi” diye geçirdim içimden, “Hiç değilse yarım saat kitap okurum, fena mı?”. Camdan içeriye şöyle bir göz attım, birkaç masanın dışında her yer doluydu. İhtimal onlar da birkaç dakika içinde dolacak…

Yok yok bana göre değil böyle yerler; tıkış tıkış oturamam ben. Hele cilveleşen muhabbet kuşları gibi birbirine dolanmış liseli öğrencilerin oradan buradan yükselen şen kahkahaları… Tahammül edilir gibi değil. Yok vallahi dayanamam… Daha geçenlerde İstanbul’daki bir kafede yan masama oturan, kırkını çoktan aşan o meşhur sunucu söylememiş miydi yanındaki körpe kızcağıza “ressam olsaydım da senin nü tablonu yapsaydım,” diye. Yok, imkânı yok böyle yerlere giremem; ateş basar, nefesim daralır, tansiyonum yükselir, dayanamaz mutlaka bir çıngar çıkarırım. Sonra al başına belayı!

İyisi mi yoluma devam edeyim...

On metre gittim gitmedim bu sefer de içimdeki ses “Yahu, bir denesen n’olur? Beğenirsen otur kitabını oku, beğenmezsen kahveni içip çık,” demez mi? Başa gelen çekilir, kös kös geri döndüm.

İçeri girdiğimde dikkatimi çeken kafenin sol tarafında oturanların tek başına, sağdakilerin ise arkadaşlarıyla birlikte olmaları oldu. Garip şey. Siparişimi vermek için önümdeki birkaç kişinin işini halletmesini bekledim. Sıra bana geldiğinde tıfıl delikanlı gayriciddî “Ne alırız?” diye sormaz mı? Önce cevap vermekte tereddüt ettim, sonra da utana sıkıla “Caffè macchiato” diye fısıldadım. Türkçe adı yok ki meretin. Çok geçmedi, bu sefer de adımı sordu. “Ne yapacaksınız?” dedim. Cevap: “Efendim, bizde böyle.” İyi.

Beklerken dalmışım. Sağdan davudi bir ses yükseldi: Halil Bey. Adımı duyunca afalladım. Eksik olmasınlar, adımı da yazmışlar üzeri plastik şapkalı kartondan bozma kahve bardağının üzerine hem de iri harflerle. Anlayacağın kafe olmuş bildiğin Kindergarten.

Bir elimde kahve, ötekinde bilgisayar, köşede, camın önünde küçük bir masa buldum. Ceketimi, ardından da boğazımı oldum bittim sıkan kravatımı çıkarıp sandalyenin arkasına astım. Belki not alırım diye de dolma kalem ve küçük defterimi cebimden çıkarıp masanın üzerine koydum. Kahvemden bir yudum çekip kitabın kaldığım sayfasını açtım. Tam okumaya başlayacağım, arka masamdan kedi miyavlaması gibi bir ses:

- Manyak güzel bir şey ya!

Sesin geldiği yana birkaç saniye şaşkın şaşkın bakıp neler olduğunu anlamaya çalıştıktan sonra tüm iyimserliğim ve en Yunusvari duygularımla “Olabilir, böyle yerlerde elbet sağdan soldan sesler gelir,” diyerek vakit geçirmeden gözlerimi kitabımın sararmış sayfalarına geri çevirdim. Birkaç paragrafı henüz okumuş ve kitabın neresinde kaldığımı yeni yeni hatırlamaya başlamıştım ki aynı sesin çığlığıyla irkildim:

- İnanmıyorum ya! Manyak güzel! Var ya, Antalya’ya beni de çağıracaksınız bak, tamam mı?

Evet, duyduklarım bunlardı. Yok, böyle de değil; şöyle bir şey olmalı: “İnaaanmıyorum yaaa. Mannnyak güzel. Vaaar yaaa, Antalya’ya beni de çaaarıcaksınız bak, tamaaam mı?” Evet evet, tastamam böyle.

Etrafımda konuşulanları dinlemek âdetim değildir ama böyle zamanlarda benim de muzipliğim tutar, yanlarında olmasa bile daha sonra kendi kendime gülmek için malzeme toplama fırsatını asla kaçırmam. Ne yapalım? Mizah herkese lazım.

İçimden bir ses – beni biraz önce buraya sokan ses de buydu ya – “E hani kitap okuyacaktın?,” diyordu ama valla kitap mitap hak getire. Okuduğuma da okuyacağıma da pişman oldum. Tüm bunlar adamda dikkat mi bırakır?

Özel bir okulun öğrencisi ve henüz on beş - on altısında olduğunu tahmin ettiğim bu – güzel değil belki ama – sevimli yüzlü kızın bir kafede erkek arkadaşıyla konuşurken neden olur olmaz yere “manyak” deyip durduğu şimdi zihnimi okuyacağım kitaptan daha çok işgal ediyordu. Aklıma gelen ilk soru şu oldu: Acaba “manyak” kelimesinin benim bildiğimden başka bir anlamı var mı? İkincisi: Bu kelimeyi ısrarla tercih ediyor olmasının nedeni nedir?

Sanırım burada kullanılan “manyak” kelimesi kendisinden sonra gelen sıfatın çokluk derecesini gösteren bir tür zarf ve aşırılığı ifade ediyordu. Ama bu sadece bir tahmin. Bu genç kızın mantığıyla başka şekillerde de kullanılabileceğini düşündüm: Manyak pahalı, manyak heyecanlı, manyak keyifli gibi… Fakat burada beni meraklandıran, işin dilbilgisinden öte sosyal, özellikle de psikolojik yönü. Bir genç kız acaba neden cümlelerinin orasına burasına argo kelimeleri sokuşturmak için canhıraş uğraşır? Bu gerçekten çok ilginç bir soru ancak cevaplaması bir eczacı için pek de kolay değil. Özenti, farklı olma isteği, bir tür “protest” duruş, arkadaş grubu jargonlarının sık kullanımıyla bir gruba ait olduğu ihtiyacının tatmin edilmesi ya da başka bir şey. Ama dedim ya, benim uzmanlık alanım değil.

Bu düşüncelere öyle dalmışım ki kitabı okuyormuşçasına iki kenarından sımsıkı tuttuğumu çok sonra fark ettim. Baktım ki kitap da ben de bir işe yaramıyoruz, kahvemi hızla bitirip kafeden ayrılmaktan başka çare yok, az önce ciddi bir ritüelle ağır ağır çıkarıp masaya bıraktığım kalem ve not defterimi, sandalyenin arkasına özenle astığım ceket ve kravatımı yangından mal kaçırırcasına kaptığım gibi kendimi dışarı attım.

Oh… Tertemiz hava, pırıl pırıl gök, yanaklarımı okşayan tatlı esinti. Daha önceleri neredeydiniz? Kızılay’a doğru belki bir çeyrek saat yürüdüm.

Otele dönünce ilk işim internetten Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne bakmak oldu. İşte bulduklarım:

Manyak: Fr.maniaque. 1. Maniye uğramış (hasta), 2. mec. Gülünç, garip, şaşırtıcı davranışları olan (kimse), 3. Hakaret sözü

Düşündüm taşındım. Sonunda bu sevimli kızın kelimenin olumlu anlamıyla “manyak” olduğuna ve muhtemelen bunu kendisinin de bildiği için olur olmaz yerlerde “manyak güzel”, “manyak güzel” feryatlarıyla bir yandan güzelliğiyle böbürlenip bir yandan da kendi varlığını kanıtlamaya çalıştığına hükmettim.

Baksanıza oturduğum yerde varlığından beni, benim aracılığımla da sizi bile haberdar etti.

Aşk olsun manyak kız…

Halil Tekiner
8 Mart 2010, Kayseri